Sizin hiç dolabınız bozuldu mu?

Benimki bir kere bozuldu perişan oldum!

Söktüler, aldılar, götürdüler.

Dolabımdan ummazdım bunu, perişan oldum.

Cemal Süreya’nın ruhunun affına sığınarak “Sizin Hiç Babanız Öldü mü?” şiirine nazire yapmaya çalıştım. Sıkıntılı durumumu nasıl anlatsam size diye düşünüp dururken aklıma geliverdi.

Merak ettiyseniz anlatayım:

17 Haziran Cuma günü akşam saatlerinde eve geldiğimizde buzdolabımız, kesik kesik sinyal veriyor ve kırmızı alarm ışığı yanıyordu. Aksiliğe bakın, tam da bozulacak zamanı buldu. Tüm hazırlığımızı yapmış, ertesi günü yaylaya gitmeyi planlamıştık.

Hemen 4446333 no.lu Bosch Çağrı Merkezini aradım. Cumartesi günü için kayıt oluşturdular. Dolabın içinde ne var ne yok çıkardık. Çünkü dolap soğutmuyordu ve içindeki tüm yiyecekler, Adana’nın kavurucu sıcağına dayanamayıp bozulacaktı. Dolabın büyüklüğünü de boşaltınca anlamış olduk. Çıkardığımız ürünler tezgâhın üstünü doldurdu. Buzluktan çıkarılanların bir kısmını alabildiği kadarıyla derin dondurucuya yerleştirdik. Kalan yiyecekler bozulmadan değerlendirilmeye çalışıldı. Kıymalar hemen köfteye dönüştü, sebze ve meyveler balkonun en serin yerine konuldu. Bir gün sonra servis elemanı gelince nasıl olsa sorunu çözecek ve biz de normal hayata dönecektik. Dolabı alalı daha üç yıl olmamıştı ve garantisi de devam ediyordu. Verdikleri garantinin az geleceğini bildiklerinden midir nedir ücret karşılığı garantiyi iki yıl daha uzatmak için ısrarcı ve ikna edici çabaları sonucu, beş yıla çıkarmıştık ama daha üç yıl dolmadan dolabımız tökezlemişti.

Adana’daki servis elemanı aradı, sabah ilk olarak bize geleceğinin müjdesini verdi. Sabahın yedisinde kalkıp servisin yolunu gözlemeye başladım. Beklemekten ağaç olunca bir arayalım, nerede kaldı, başına bir iş mi geldi diye meraklandık. İş yoğunluğundan dolayı öğleden sonra iki üç gibi geleceğini söyleyen servis elemanı, akşam saat yedide teşrif edebildi. Gerekli kontrolleri yaptı, bir yerlere telefon açtı, belirtileri karşıya bildirdi, söylenenleri uyguladı ve bütün bu konsültasyonun sonunda teşhisi koydu. Dolabın ana kartında sorun vardı. Bugünlerde sıcaklardan dolayı ana kart arızasının çok yaygın olduğunu, ellerinde ana kart kalmadığını, İstanbul’dan isteyeceklerini ve üç gün içinde geleceğini söyledi.

Cumartesi günü istenilen parça pazartesi ya da salı derken çarşamba günü takıldı ve “İki üç saat sonra dolabınız normale döner.” deyip giden servis elemanının söylediği sürenin iki katı süre geçtiği hâlde dolapta tık yoktu. Tekrar servis arandı, ertesi gün yine ilk önce bize geleceğini söyleyen eleman yine akşama doğru geldi ve bu kez arızanın ana kartta değil de motorda olduğunu ve motorun değişmesi gerektiğini söyledi. Ana kartın değişimi için dört beş gün boşuna zaman kaybetmiştik. Konsültasyonla koyduğu teşhis yanlış çıkmıştı. Bu kez kimseye danışmadan teşhisi şıp diye koydu.

“Hadi, şanslısınız!” dedi, “Elimizde beş adet motor mevcut, sizi bekletmeyeceğiz, yarın motoru değiştiririz.”

“Sakın, sabah ilk size geleceğiz, demeyin. Bana yine sabah nöbeti tutturmayın!” dedim.

“Gelmeden ararız.” dedi.

“Nasıl götüreceksiniz koca dolabı? Asansöre de sığmaz.” dedim.

“Dolabı götürmeyeceğiz, motoru burada takacağız.” dedi.

Bir haftadır bekliyoruz, bir gün daha bekleyelim, sorunu halledelim de içimiz rahat yola çıkalım deyip ya sabır çekiyorum.

Akşama doğru telefonum çaldı. Arayan, servisin nakliyecisiydi.

“Yarın dokuzda dolabı almaya geliyoruz.” dedi.

“Ne alması, motor burada evde takılacaktı.” dedim ama beni dinleyen kim?

Bir haftadır sinir katsayım yükselmiş, bu son durum, sakin biri olan beni bile çileden çıkarmıştı. İstanbul Bosch Çağrı Merkezini arayarak açtım ağzımı, yumdum gözümü; söylemediğimi bırakmadım.

“Sosyal medyada, sitenizde, her yerde bu olanları yazacağım, yarın sorunum çözülmezse ibret olsun diye dolabı 6. kattan aşağıya atıp sizi rezil edeceğim!..” dedim.

Gayet sakin ve anlayışla beni dinleyen kadın sekreter; uygun, ikna edici ve yumuşak bir dille bana da hak verip uzun uzun açıklamalar yaptıktan sonra,

“Dolabın motoru serviste değiştirilip iki gün test edilmesi gerekiyor. Bu süre içerisinde mağduriyetinizi gidermek için size ikame cihaz verilecek.” dedi.

Çaresiz, söylenenleri kabullenip beklemeye başladık. Ertesi gün eski bir dolap getirip yerleştirdiler, bizim dolabı bin bir zahmetle altıncı kattan indirip götürdüler. Evde eski de olsa bir dolap vardı artık. Derin dondurucudaki fazlalıkları, getirilen dolaba yerleştirip yaylanın yolunu tuttuk.

Bir hafta sonra dolabın yapıldığını ve getireceklerini bildirdiler. Adana’ya 120 km mesafeden, Pozantı’nın Fındıklı köyündeki yayla evimizden çıkıp geldik ve dolabı teslim aldık. Dolabın sorunu giderilmiş gibi görünüyor ve şimdilik normal çalışıyor. Dolap garantiliydi ama semeriyle seksene patlamıştı.

Oysa ne kadar güvenmiştim bu markaya. Alman markalarına karşı oldum bittim bir güven duyardım. Evimdeki beyaz eşyanın neredeyse tamamı Bosch marka ya da başka bir Alman markası olduğunu da söyleyeyim.

Bu arada, yaylada hâlâ kullandığımız otuz beş yıllık yerli ve millî Arçelik marka buzdolabımızın, şeytan kulağına kurşun, tık demeden çalıştığını da söylemeden geçmeyeyim.

Tam on beş gün, Adana’nın sıcağında beni kör kuyularda, eli kolu bağlı, çaresiz bıraktılar. İkame cihaz vermemek için bile çok uğraşan Adana’daki yetkilileri de İstanbul’daki yetkililere havale ediyorum.

Anlı şanlı Alman Bosch markasını, servisini, çalışanlarını bilgi ve tecrübe yönünden “dolu” hatta “dopdolu” sanıyordum ama maalesef “boş” hem de “bomboş” çıktılar.