Bugün 10 muharrem. Dünya üzerinde yaşanan en büyük acının yıldönümü. Hz Muhammed SAV'in tebliğ ettiği, 23 yıl boyunca örnek olması için bire bir yaşadığı dinin gömüldüğü yerden, günyüzüne çıkarıldığı, islam gömleğinin tersinden doğruya dönderildiği bir gün. Özetle;

"Allah'ı en yüce gören tevhidi zihniyetle, dünyayı en yüce ve vazgeçilmez gören zulüm zihniyetinin savaşı."

Elbette böyle bir eylemin bedeli ucuz olamazdı. Hz Huseyin ve 72 yakın akrabası ve dostları bunu canlarıyla ödediler. Hem öyle bir ödediler ki dünya kalleşlik tarihi böyle bir alçaklığı bir daha görmedi. Olaya şahit olan Hz. Zeynep ve yakınları da bu dinin yeniden doğuşuna büyük acılarla tanıklık ve taşıyıcılık görevini üstlendiler.

Bugünü anlatmak için Yazar Musa Güneş'in makalesindeki yararlı tespit ve örnekler ufuk açıcı.

"Şu soru hep aklıma gelmiş; ama sonucu düşündüğümde benliğimi hep büyük bir korku ve şiddetli bir ürperti sarmıştır:

Eğer ilahî takdir gereği ben tarih 61 hicrî yılında dünyaya gelmiş olsaydım ve İmam Hüseyin ile aynı dönemde yaşamış olsaydım, acaba ne yapardım?

-- Yezit taraftarı Şamlılar gibi asiler güruhuna katılıp İmam'a kılıç mı çekerdim?

-- Medineliler gibi eli kolu bağlı oturup hiçbir şeye karışmaz, tarafsızlığa ve sessizliğe bürünüp Hüseyin'e (a.s) yardım eli uzatmaz ve onu yalnız mı bırakırdım?

-- Mekkeliler gibi Kâbe'ye sığınıp, kendimi ibadete adama adı altında, Allah'ın evini ve Hüseyin'i kendi arzu ve isteklerime siper mi edinirdim?

--Kûfeliler gibi onu aldatır ve ona ihanet mi ederdim?

Yoksa;

-- Tüm dünyayı ve dünyamı elimin tersiyle itip, işimi, ticaretimi, evimi-barkımı, ailemi, çoluk-çocuğumu, sahibi olduğum her şeyi bırakıp kupkuru bir çöle, sıcaklığın ve susuzluğun kol gezdiği ıssız sahraya mı koşardım?

İşte bu sorunun cevabının kolay ve belli olduğunu düşünen herkes yanılıyordur bence.

Nitekim büyük arif Merhum Seyyid İsmail Dulabî şöyle buyurur:

Hürr-i Riyahî suyu İmam Hüseyin ve yarenlerinin üzerine bağlayan ilk kimse idi. Ancak İmam’ın uğrunda kanını ilk akıtan da yine Hür oldu...

Ömer Sa’d da Kûfe’den İmam Hüseyin’e mektup yazan ve önderlik için davet eden ilk kimse idi. Fakat İmam’a ilk ok atan da yine Ömer Sa’d oldu...

Yüce Allah, Şeytan’ın öyküsünü çok defa Kur’ân’da anlattı ki kimse konumuna, ibadetine, meleklerin arasında olup Allah’a yakınlığına güvenmesin...

Allah, herkesin bulunduğu yerde kalacağına dair bir taahhütte bulunmamıştır...

Dünya imtihan dünyasıdır ve her bir imtihan sonucu bizim bir çehremiz ortaya çıkar. Öyle bir çehre ki, bazen kendimizde bile şaşkınlık yaratır...

İşte imtihan anında nasıl bir tepki vereceğimiz kesin belli olmadığı için, kimse kendisinden emin konuşamaz, kesinlikle Hüseyin'in yanında ve safında yer alacağını söyleyemez!

Bu aşk kervanıyla Kerbela yolunda karşılaşan Dahhak bin Abdullah el-Meşrikî, İmam'ın yanına gelmiş, İmam'la uzunca bir konuşma yaptıktan sonra bir şartla Hüseynî kafileye katılma kararı almıştı: İmam yenilgiye uğramaya başladığında ve artık yardımının ona bir fayda sağlamayacağını gördüğünde Kerbela'yı terk edecekti...

Aşura sabahı İmam'ın ve fedakâr ashabının yanında var gücüyle Yezid ordusuna karşı savaşan ve bundan dolayı da İmam'ın duasına mazhar olan Dahhak, öğle namazını İmam'ın arkasında kıldı. Ancak öğleden sonra İmam'ın yâreninin hemen hepsinin şehit düşüp cesetlerinin savaş meydanında parçalandığını görünce artık gitme zamanının geldiğini düşündü, böylece İmam'ın yanına gitti ve şartını hatırlatarak gitmek istediğini söyledi. İmam, onca kalabalık düşman ordusunun arasından nasıl kaçabileceğini sorunca da, atını çadırlardan birinde sakladığını ve o sebeple de hep piyade savaştığını söyledi, ardından da atına binip Kerbela'yı terk etti ve bir ömür boyu perişan ve sefalet içinde yaşadı...

İşte şartlı itaat ve teslimiyet dünyada da ahirette de büyük hüsrana, ebedî mahrumiyete neden olur...

Kerbela hadisesinde üç şahsiyetle karşılaşıyoruz:

1- Hüseyin bin Ali (a.s):

Zulüm ve haksızlığa teslim olmuyor...

Sonuna kadar direniyor...

Din uğruna her türlü fedakârlığa katlanıyor...

İnancı uğruna gereken her şeyi hiç tereddüt etmeden yapıyor...

Hem kendisi, hem de evlatları hak ve adalet yolunda şehit oluyor...

Sudan geçiyor, serden geçiyor; ama izzet ve haysiyetinden asla!

 2- Yezid bin Muaviye (l.a):

Herkesi teslim almak istiyor...

Muhalefete tahammül edemiyor...

Dediğini ve dilediğini her şey pahasına yapıyor...

Hz Peygamber'in (a.s) torununun başını kesip ailesini esir alıyor...

Allah'ın evini, Kâbe'yi yıkıyor...

Resulullah'ın (s.a.v) mescidinde at koşturuyor...

Haysiyetsizliği canla başla alıyor...

Ve istediğini elde ediyor...

 3- Ömer bin Sa'd:

Tarihin rivayetine göre 8 Muharrem'e kadar savaş konusunda kararsızdı...

Çünkü hem Huda'yı (Allah'ı) istiyordu, hem hurmayı...

Hem dünyayı kazanmak istiyordu, hem ahireti...

Hem Hüseyin'i razı etmek istiyordu, hem Yezid'i...

Hem Rey bölgesinde emirlik istiyordu, hem halk arasında saygınlık...

Hem şan istiyordu, hem saltanat...

Bu hadisede istediği hiçbir şeyi elde edemeyen tek şahıs, Ömer bin Sa'd'dı. Ne güç ve iktidardan yana herhangi bir nasibi oldu, ne de halk nezdinde saygınlıktan yana bir nam elde edebildi...

10 Muharrem Kerbela olayından islam dinini önemseyen herkesin alacağı önemli dersler vardır. Devlet adamları, yöneticiler, öğretmenler, hocalar... kısaca tüm bireylerin alacağı dersler var.

Adalet, liyakat, danışma, dayanışma, merhamet olmayınca ne devlet yönetimi başarılı oluyor ne de insanlar mutlu olabiliyor.

Peygamberimizin ve ailesinin acısını paylaşıyorum. Allahın selamı, rahmeti şehidlerimizin üzerine olsun.