Yaşar Erkmen Yazdı: Kitap Fuarının İlk Günü

Yılın ilk kitap fuarı olan Çukurova 15. Kitap Fuarı bugün başladı. İlklerin şehri Adana, plakasına uygun olarak ilk fuarı da kimseye bırakmadı, elini çabuk tutup seksen ilden önce açtı. Kitap fuarımız 22 Ocak Pazar günü saat 19.00’a kadar sürecek.

Saat 10.00’da kapılarını açan kitap fuarının ilk ziyaretçileri, daha çok çevre illerden ve ilçelerden gelenlerdi. Mersin’den, Osmaniye’den geldiğini söyleyen bir öğrenci kuyruğu vardı.  Bu ekonomik sıkıntıda kitaba para ayıran öğrencileri de ayrıca kutlamak gerekir.

e37cd141-77a2-4f6b-b223-05fac9c245c4.jpg

Her şeyin fiyatı en az iki kat arttı diyenlere itiraz eden kalmamıştır umarım. Hayır, her şeyin fiyatı iki kat artmadı, onu söyleyenler münafıklardır diyenlere kendimden bir örnek vereyim. İlk kitabım çıktığında fiyatı otuz liraydı, bugün altmış lira. Yayınevine kalsa yetmiş beş yapacak da fuar dolayısıyla sürümden kazanırsın diyerek, fiyatı altmışta sabit tutma konusunda yayınevini ikna edebilmek için alnımızın damarı çatladı. Kâr oranını da iyice düşürüp fuarda elli liradan satışa sunduk.

İlk ziyaretçim yaramaz çocuk dediğim Ayşe Hanım’dı. Geçirdiği trafik kazası sonucu epeydir iki koltuk değneğiyle dolaşsa da hiçbir sanat etkinliğini kaçırmayan Ayşe Gökçe, bugün koltuk değneklerinin birini atmıştı. Her zamanki güler yüzüyle gelip beni buldu. Bu yıl fuarda adına kitap imzaladığım ilk okurum oldu. Kitabı çantasına sevinçle yerleştirip ayrılırken;

“Sana uğurlu geleceğim. Kitabın yok satacak!” dedi.
Bir ara telefona dalmıştım.
“Yaşar Bey?” diye bir ses duydum.
Başımı kaldırıp baktım. Karşımdaki kişiyi bir anda tanıyamadım. Hafızamdaki makinist, filmi geriye öylesine hızlı sardı ki üç saniye içinde on ay öncesine, Orhan Kemal Festivaline gidiverdim.

04d87cfb-2e7e-404d-aa1d-72f808cc1da3.jpg

“Mazlum Vesek!” diye haykırdım.
Karşımda her zamanki mütevazı hâliyle gülümseyerek bana bakıyordu. “Yitik Sevda” adlı yazımda, bir dahaki sefere yanıma gelme fırsatı bulamasa da ben gideceğim yanına, dediğimi hatırladım.
“Beni mahcup ettin, ben gelecektim yanına.” dedim.
Ceyhan’la ilgili kısa bir sohbetten sonra imzaladığım kitaplarımı alıp ayrıldı.

Beklemediğim ve beni duygulandıran bir ziyaretçim daha oldu. Uzun boyu, nazik tavırlarıyla karşımda görünce tanımakta gecikmedim. Sosyal medyadan arkadaştık ama görüşmeyeli yarım asrı geçmişti. 1972 yılında o, benim farkımda bile değildi ama ben adını belirtmesem de ilk kitabımda ona yer vermiştim. Hemen o sayfayı açıp ilgili paragrafı okudum. Belli etmese de duygulanmıştı. Her iki kitabımı da aldı. Parasını almak istemediğimi anlayınca,
“19 Ocak’ta sen de benim kitaplarımı alıp parasını verdiğinde, ödeşiriz.” dedi ve parayı masadaki diğer kitapların altına sıkıştırdı.

Öğle saatlerinde beklenen yoğun bir siyasi rüzgâr esti. Sağdan soldan fırtınaya dönen siyasi rüzgârların akımına kapılmadan geri planda kalıp izlemekle yetindim.

Geçen yıl standı ziyaret eden her siyasi kişiye kitap hediye etmek ve bir fotoğraf çekilmek derdine düşerdim. Siyasiler de kitapları lütfen kabul ediyormuş gibi bir tavırla alır, kimi bir teşekkürü dahi unutur, sen bununla idare et dercesine bir tebessümle yetinirdi. Siyasilerin arkasından gelen kalabalık grubun içinde, siyasileri izleyen, görüntüleyen gazeteciler olurdu. Bu gazetecilerden birinin söyledikleri hâlâ kulaklarımda çınlıyor. Hani, Can Yücel’in cezaevi arabasıyla İstanbul’dan Adana’ya elleri kelepçeli nakledilirken gördüğü harika manzara karşısında söylediği gibi:

1790d2d4-42b2-4772-a466-ff4585953c06.jpg

“Bi sen eksiktin ayışığı,
Gümüş bir tüy dikmek için manzaraya.” 
Adı lazım değil bir “gazeteci”, gayet pişkin bi tavırla, 
“Şurdan benim adıma iki kitap imzala da kitaplığımda bulunsun.” demesi, manzaraya tüy dikmiş, son noktayı koymuştu. 

“Kitap, okunmak için alınır. Kitaplığa süs olsun diye konulan bir biblo değildir!..” demeyi çok istedim ama tatsız bir duruma yol açmamak için nezaketimi bozmadım ve atan asfalyalarımı yatıştırmak için sessizce  ya sabır çekip durdum.

Öğleden sonra kimi zaman birbirimizle kimi zaman da kitapseverlerle sohbet ederek akşamı bulduk. Saat, akşamın sekizine geliyordu. Masayı toparlayıp ertesi gün buluşmak üzere stantta kalan birkaç kişiyle vedalaşıp dışarı çıktım.
Dışarıda beni bir ahmakıslatan karşıladı. Günlerdir yolunu gözlediğimiz yağmurun, yağsam mı yağmasam mı diye kararsız hâli bile beni sevindirmiş ve umutlandırmıştı. Kitap fuarı uğurlu geldi diye düşündüm. Eve varıncaya kadar yağmurun nazının geçmesini, ortalığı bir güzel ıslatmasını bekledim ama sileceklerin tembelliğini gördükçe umudum körelmeye başladı.

Yılın ilk kitap fuarı olan Çukurova 15. Kitap Fuarı’nın ilk günü böyle geçti. Sonraki günler bakalım neler getirecek?