1987 yılı başlarında Ankara Cumhuriyet Lisesinde Edebiyat öğretmeni iken Nisan 1987’de Ç.Ü.Eğitim Fakültesine bağlı Adana Eğitim Yüksekokulunda açılan Türk Dili Öğretim görevlisi kadrosu sınavına girerek başarılı olan Adnan Yücel, 1987’de öğretim görevlisi kadrosuna naklen atanmış. Ben, Alman Dili ve Eğitimi dalında okurken Adnan Yücel’in Türk Dili dersimize girmesiyle tanıştım. O tanışmadan sonra kimi zaman öğrencisi kimi zaman iş arkadaşı kimi zaman şiirde çırağı olarak o kadar çok şey yaşadık, o kadar çok anı biriktirdik ki.

Rektörlük amfilerindeki ilk ders günümüzde kendimizi tanıtırken adlarımızın anlamını ve neden bu adın konulduğunu açıklamamızı istedi. Sınıftaki öğrencilerin çoğunluğu Almanya doğumluydu. Kendilerinden söz ederken oraları anlattılar. Sıra bana geldiğinde Adanalıyım, Almanya da hiç bulunmadım. İki ağabeyim var Levent ve Bülent onların isimlerine uyumlu olsun diye babam Demet adını koymuş hem de demetlesin istemiş. Demet’in sözlük anlamı, deste yani bağlamak… Adnan bey gülümseyerek; ”maydanozun demeti 5 kuruş diye bağırdıklarında pazarcılara sinirleniyorsundur mutlaka” dedi…Ben de ben “yıldız demetiyim” üzerime alınmıyorum dedim. Bu yıldız demeti tanışıklığı uzun yılların dostluğunu da beraberinde getirdi.

Şair olduğunu öğrendiğimde ki sevincimi anlatmaya sözcük yetmez. Adnan Hoca, bir gün “Aranızda günlük tutan, öykü, şiir, deneme yazan var mı? “ diye sordu. Birkaç kişi el kaldırdık. Ders çıkışı “süslü kantinde buluşalım, söyleşelim” dedi. Aynı zamanda kütüphanede çalıştığım için gidemedim ancak arkadaşlardan neler konuştuklarını öğrendiysem de gidememiş olmak, kendi şiirlerimi, öykülerimi gösterememiş olmak o zamanlar beni çok üzmüştü. Zaman içerisinde bir gün “Öykülerimi getirsem değerlendirir misiniz?” diye sordum.”Elbette” yanıtını aldım ama nedense yüreklenip öykülerimi bir türlü okutamadım.

Sulu gözlü bir insanım. Sevinince de üzülünce de ağlayanlardanım. Yine duygusal anlamda çokça dalgalı olduğum, göz yaşının aktı akacak göz pınarlarımda durduğu bir gün “Arkadaşlar eğer Demet’in babası Kızılderili olsaydı adını ne koyardı?” diye sordu ve yanıtını kendisi verdi.“Kirpiklerinde yağmur bulutu taşıyan koymalıydı” sonra da ders boyunca gözlerinde mi yoksa kirpiklerinde mi yağmur bulutu taşır, tartışmasıyla birlikte şiirde imgenin ne olduğu, nasıl kullanılması gerektiğini anlatmıştı.

Fakülte, kütüphane ve şenliklerde sık sık karşılaşır söyleşir hatta şiirleşirdik. Okumak, gözlemlemek ve yazmakla ilgili söyleşilerde yaşamından kesitler anlatır, ders çıkarmamızı isterdi. 1992 yılında Ç.Ü.Eğitim Fakültesi’ne Kütüphane Şefi olarak geçişimle de Adnan Yücel ile hoca-öğrenci ilişkisinin yanında artık iş arkadaşı da olmuştuk. İş arkadaşlığı daha sık karşılaşmamıza, şiir üzerine, genel olarak edebiyat üzerine daha çok konuşmamıza neden oldu. Şiir üzerine sohbet ederdik ama ben şiir yazdığımı söylemeye cesaret edemezdim.

Yaz dönemiydi kütüphanede kitap kataloglaması yapıyordum kendisi kütüphaneye sohbet etmeye yanıma geldi, o zaman yaptığım işe bakıp ”Ne şanslısın Demet” dedi. Ben de kitapların başı, ortası ve sonunu okumak gibi bir alışkanlık edindim, kitapları bütün olarak bitiremiyorum, kitaplardan eski keyfi bu yüzden alamıyorum o nedenle şanslı mıyım şanssız mıyım bilmiyorum dedim. Adnan Hoca da “Öyleyse sen de yaz” dedi. Utangaç bir sesle “Yazıyorum ” dedim. Uzunca konuştuk ve okuması için çekinerek verdiğim “Bulutun Öğüdü” adlı öykümü hemen orada okudu.” İçten ama çekingen ve tutuk yazmışsın. Yazmaya çabalaman kadar imgelerin de çok güzel, öyküden çok bu yazdığın öykü-şiir yani melez” dedi. Yazma merakımı, şevkimi kırmadan değerlendirdi. Yazmanın, çok okuyarak ama en çok da yazarak geliştiğini vurguladı. Tarih, felsefe, sanat eğitimi, mitoloji gibi çok farklı konularda okumamı, dolmadan hiçbir şeyin taşmayacağını söyledi.”Elinin altında her zaman Türkçe sözlük ve Türkçe yazım kuralları bulunsun “ diye de öğütledi. Karşılaştıkça da “Ürün var mı ürün?” diye sorardı. Her zaman düşlerimi geniş tutmamı söylerdi. Bir defasında “Düşü olmayan insanın yüreği çorak, beyni sulaktır” demişti. Adana’nın, Çukurova’nın bitek topraklarıyla, Seyhan ve Ceyhan nehirlerinin coşkun sularını düşsüz bir insanla bağdaştırarak anlatmıştı.

Bazen yazdığı şiirleri okur bazen de taslak halindekileri okuturdu. Aradaki farkı görmemi sağlardı. Kendisine, Türkiye’den veya ülke dışında yaşayan kişilerin gönderdiği şiir kitaplarını okumam için verir sonrası da“şiir var mı şiir?” diye sorar o kitap üzerine konuşurduk. Şiirlerinde olduğu gibi davranışlarında da içtendi, coşkuluydu.

Bir gün telefonum çaldı ahizedeki ses Adnan Hoca.”Demetcik, mavi gözlü dev adam Gülhane parkında ceviz ağacıymış. Biz burada ceviz kırıyoruz. Sende gelsene” dedi. Hemen kalkıp çalışma odasına gittim. Hoş söyleşinin ardından vedalaşırken “ Demet, ceviz ağacı hakkında bir ara konuşalım” dedi. Nerede, kimlerin yanında, nasıl bir ortamda karşılaşacağımız belli olmazdı. Bu karşılaşmalarda da eğer aklına geldiyse “Hadi karakız, şunu anlat bakalım” deyiverirdi. Bu nedenle bir ara konuşalım, bir bakıver dediği her konuyu en ince ayrıntılarına kadar öğrenmek zorunda kalırdım. Zorlamasının nedenini de “Emeklemeye başladın, tay tay da kalmanı istemiyorum” tümcesiyle açıklamıştı. Adnan Hoca’dan “eğretileme” sözcüğünü ilk kez bu şiirle ilgili düşüncelerimi anlatırken duymuştum. Bir günde radyoda çalan Misket türküsüne (Güvercin uçuverdi/kanadın açıverdi/ben yandım anam/eloğlu değil mi aman aman/sevdi de kaçıverdi) eşlik ettikten sonra “Demet Eloğlu’na çalış sözlü yoklama yapacağım” demişti. Aylar sonra Cafe Dam da arkadaşlarla yemek yerken sordu. Şımarıklık yapıp sözlüden kurtulmaya çalışsam da ”Üfff ya hocam Şair Metin Eloğlu, kitabına adını verdiği düdüklü tencereye şiir yazmış, bir de kadının birine şiir borcu varmış” dedim.Eloğlu’nun tek bir kitabını inceledim diye 100 üzerinden 11 verdiğini söylemiş ve yemek masasını göstererek “sen canseversin, “masada masaymış ha” sana kolay gelsin” sözleriyle yeni bir inceleme ödevi vermişti.

Hollanda, Almanya, İngiltere gibi ülkelerde değişik kuruluşların düzenlediği kültürel etkinlikler ve şiir festivallerine Türk Edebiyatı, Günümüz Türk Şiiri ile ilgili konuşmalar yapmak üzere hemen hemen her yıl davetli olarak giderdi. Haziran 1996’da Hollanda’ya Rotterdam PoetniŞiir Festivaline ülkemizi temsilen davet edilmişti. Yurda dönüşünde anılarını , heyecanını paylaşmıştı.

Ağustos 1996’da evlenmiştim. Zor bir hamilelik süreci, doğum, annelik ve ardı kesilmez sağlık sorunlarım nedeniyle uzunca bir süre yazmaya zaman bulamamıştım. Bu durum Adnan Hoca’yı üzüyordu. Bir gün arkadaşlarla birlikte, kapı aralığı konuşması yaparken kaşlarını çatarak “ Bu kız evlendi, anne oldu edebiyat dünyasını unuttu. Gerçi beşiği sallayan el dünyaya hükmeder demiş adamın biri, iyi demiş de, Bu kendi dünyasına hükmedemiyor ki” diyerek, benim edebiyattan uzaklaşmış olmama duyduğu kızgınlığı dile getirmişti. Ben de hocanın haklı olduğunu bilmeme rağmen kendimi savunurken gözlerimden yaşlar aktı gitti. Arkadaşların gitmesinden sonra bana döndü “ En son hangi kitabı okudun?” diye sordu. Duraksadım. Kaşlarını çatarak “Boş zaman bulamıyorum deme sakın. Derdin vardı yazıyordun, söyleyeceklerin var bunu biliyorum. Millet ortaya çıkmış şairim diye dolanıyor, bir dergiye bile şiir göndermedin. Neden korkuyorsun?” diye sordu. Ben kendimce açıklamalar getirdim. “Demet ben senin edebiyat dünyasına, insanlığa üç beş şiir, öykü bırakırsın sanıyordum, sen mazeretler buluyorsun yazmamak için ama ben yine de umudumu diri tutacağım.“ Eğil” şiirini masamda unutmuşsun çok kişiye okudum benim zannedenler bile oldu. Erdal Hocaya sor istersen. (Prof.Dr.Erdal ŞEKEROĞLU’ da şimdi ışıklar içinde uyuyor.) Beğeni düzeyi oldukça yüksekti” dedi ve benden kitap dosyası hazırlamamı istedi açıkçası emretti. Hazırlayacağıma söz verdiğimde de “Söyleminle eyleminin örtüşmesini bekliyorum. Milenyumda edebiyat dünyasına hoş geldin Demet Duyuler diyelim” dedi.

O günlerde fakülte sınıf arkadaşlarımdan Yrd.Doç.Dr.NihatYAVUZ’la şiirlerinin Almancaya çevrilmesi ile ilgili konuşuyordu, ne güzel planları vardı. Maalesef ki hastalık dönemi araya girdi. Hastalığıyla dövüşüyordu. İsteğinin gerçekleştirilememesinin üzüntüsünü hâlâ yaşıyoruz. Öğretmenimin şiirlerinin bir başka dilde bir kez daha doğduğunu görmesini çok isterdim...

24 Temmuz 2002’de yaşama veda eden Adnan YÜCEL’i, “şiirle git gel”, “ şiirle kal” söylemi, şaşırtmacalı ve ince şakaları, “Tüh bireee!” ünlemiyle, hep o güzel kocaman gülüşüyle hatırlıyorum. Umut aşılayan, direncimizi tazeleyen, kanımızı coşturan dizeleriyle:

“Aşksız ve paramparçaydı yaşam/bir inancın yüceliğinde buldum seni/ bir kavganın güzelliğinde sevdim. /bitmedi daha sürüyor o kavga/ ve sürecek /yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek!// Aşk demişti yaşamın bütün ustaları/ aşk ile sevmek bir güzelliği /ve dövüşebilmek o güzellik uğruna./ işte yüzünde badem çiçekleri/ saçlarında gülen toprak ve ilkbahar./ sen misin seni sevdiğim o kavga,/ sen o kavganın güzelliği misin yoksa... //Bir inancın yüceliğinde buldum seni/ bir kavganın güzelliğinde sevdim./ bin kez budadılar körpe dallarımızı/ bin kez kırdılar. /yine çiçekteyiz işte yine meyvedeyiz /bin kez korkuya boğdular zamanı/ bin kez ölümlediler /yine doğumdayız işte, yine sevinçteyiz./ bitmedi daha sürüyor o kavga/ ve sürecek/ yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek!”

Dünyadaki bütün yanlışlara, kötülüklere muhalif, yaşam içinde önemli bir değer sevgili öğretmenim, neşeli ve yimser biricik mesai arkadaşım, aşkın ve başkaldırının şairi Adnan YÜCEL’le kesişen yaşam yolumda yaşadıklarımızdan belleğimde kalanların bir bölümünü paylaştım sizlerle

“Saraylar saltanatlar çöker/ kan susar bir gün/ zulüm biter. /Menekşeler de açılır üstümüzde/ Leylaklar da güler./ bugünlerden geriye, /bir yarına gidenler kalır /bir de yarınlar için direnenler...”

Öğretmenim, ölüm bir ayrıntı, önünde sonunda her canlı gibi biz de varacağız o yere…Şimdi seni özlemle kucaklamak isterdim ama sevgi ve saygıyla anıyorum. Işıklar içinde uyu…

Ay Işığının Ağıdı

“Aşkın ve Başkaldırının Şairi Adnan YÜCEL’in anısına saygıyla”

Sen

gök dediğimde

imgelerinle yıldız kaydırıp

yüreğinden seller akıtan

tepeden tırnağa insan

Kavak yellerinin sarhoş ettiği

sevgi ve umut dersinde

içimdeki çocuk ayrılıktan korktukça

kaygısına

acısına bakarak

dirençli yüreğin

ışık gözlerinle

harf harf hece hece dizelediğin

kendine has düşüncelerinle

donatarak masayı

güldürürdün ayrılık yalanlarına

anason kokulu gecelerde

Sen

onulmaz sandığım yaralarımı güvenle açtığım

duygu yumağı

Yaşamının baharında

göçtün ya

dönülmez diyarlara

yakana taktığın badem çiçeğinin

buralardan hiç gitmeyen kokusu içinde

başımın tacı yıllarımın

dünden güne seslenen türküleriyle

donattım masayı

ve kadehimi sana kaldırdım

Halime bakıp halinden pay biçen ay ışığı

yücelen adının ardından halen yaktığı ağıtla

kadehime öyle hıçkırıklar düşürdü ki

yas tuttu düşen her damla

Çukurova toprağında Akdeniz kıyılarında

Demet Duyuler Doğan

Adnan Yücel (27 Mart 1953-24 Temmuz 2002)

27 Mart 1953’te Elazığ’ın Dilek köyünde dünyaya gelen Adnan Yücel, Diyarbakır Eğitim Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden 1975 yılında mezun oldu. Yücel daha sonra Ankara Üniversitesi Eğitim Fakültesi Güzel Sanatlar Eğitimi Bölümü’ne girdi. “Şiirimizde Garip Hareketi” üzerine master yapan Yücel, 1975 yılından itibaren Ankara liselerinde öğretmenlik yaptı. 1987 yılından bu yana Çukurova Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nde Türk dili öğretim görevlisi olarak görev yapıyordu. “Ter Şiirleri” başlıklı ilk şiirleri “Yeni Adımlar” dergisinin 24.12.1974 tarihli sayısında çıkmıştır. Aynı yıldan itibaren ürünlerini Yapıt, Yeni Olgu, Sanat Emeği, Türkiye Yazıları, Petek, Yazko Edebiyat, Somut, Anadolu Ekini, Dönemeç, Söylem, Artı Oluşum gibi dergilerle Yeni Halkçı, Demokrat ve Cumhuriyet gazetelerinde yayımladı. 1996 yılında Rotterdam’da düzenlenen şiir festivaline Türkiye’yi temsilen katıldı. On şiiri Hollandaca’ya çevrildi. Türkiye Yazarlar Sendikası, PEN, Edebiyatçılar Derneği, Çukurova Üniversitesi Öğretim Elemanları Derneği üyesiydi.

24 Temmuz 2002 tarihinde yaşama veda etti.

Yapıtları:

ŞiiRLERİ

Kavgalara Sözlenen Sevda. 1979 Yurt Yayınları, Ankara, Soframda Kaval Sesi. 1982 Yurt Yayınları, Ankara, Bir Özlem Bir Türkü. 1984 Yurt Yayınları, Ankara, Acıya Kurşun İşlemez. 1985 Yurt Yayınları, Ankara, Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek. 1986 Yurt Yayınları, Ankara, Rüzgârla Bir. 1989 Yurt Yayınları, Ankara, Ateşin ve Güneşin Çocukları. 1991 Yurt Yayınları, Ankara, Çukurova Çeşitlemeleri. 1993 Yurt Yayınları, Ankara, Sular Tanıktır Aşkımıza. 1998 Yurt Yayınları, Ankara.

ARAŞTIRMA:

Karacaoğlan, Yaşamı, Sanatı, Kişiliği ve Şiirleri. 1993 Altın Kitaplar, İstanbul