"Yeşil misafirler doğayı güzelleştirip insanlara huzur verirken, istilacı misafirler ise geleceği karartıp, öfkeleri kabartmaktan başka bir işe yaramıyorlar."

Çukurova Üniversitesi Türkoloji Araştırmaları Merkezi’nin düzenlediği “Adana’nın Yeşil Misafirleri” adlı konferansı dinlemek için yola çıktım. Eski Vilayetin yanı başındaki Kısacıkzade Konağı’nda 15.30’da başlayan programa biraz gecikmeli de olsa yetiştim. Beni, Belediye Evleri Mahallesinden buraya kadar getiren sebep, “Adana’nın Yeşil Misafirleri” başlığının cazibesiydi.

“Adana’nın Yeşil Misafirleri” kimlermiş diye, merak ettim doğrusu. Yeşil denince aklıma doğadan başka bir şey gelmiyor, doğal olarak. Misafir ne alaka, diyorum kendi kendime. Zorlama, farklı yorumlar yapmak istemiyorum.  İlk duyduğumda şaşırdım ama bunların neden misafir olduklarını öğrenince daha çok şaşırdım.

Köyümüzde, kentimizde, bağımızda, bahçemizde yüzyıllardır yetişen, doğamızın süsü, meyvelerimizin kaynağı yüzlerce bitkinin ve ağacın ülkemize dışarıdan, uzak diyarlardan geldiklerini öğrenmek benim gibi, dinleyicilerin birçoğunu da hayrete düşürmüştü. Çukurova Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Peyzaj Mimarlığı Bölümü’nden Prof. Dr. Zerrin Söğüt’ü dinledikçe doğru bildiğimiz bazı bilgiler, sabun köpüğü gibi zihnimizde sönüveriyordu. Öyle ki ovamızda, dağlarımızda gördüğümüz birçok ağacın misafir olduklarını öğreniyorduk.

Misafir deyince öyle yanı başımızdaki ülkelerden de değil, kıtalar arası bir misafirlikten söz ediyordu,  Zerrin Hanım. Bazıları o kadar çok uzaktan gelmişlerdi ki dönmeyi göze alamamışlar da kalıvermişlerdi sanki. Çin’den, Amerika’dan, daha çok da Avusturalya’dan buralara, bu gurbet ellerdeki verimli topraklara gelip yerleşmişler. Havasını, suyunu, toprağını, insanını öylesine sevip benimsemişler ki gitmek akıllarına bile gelmemiş, mitili atıp kök salmış, temelli olarak kalmışlardı.

Çevremizde gördüğümüz, ağaçların neredeyse tamamı misafirdi.  Biliyor musunuz, narenciyenin öz vatanı Hatay, Adana, Mersin, Antalya, yani Akdeniz Bölgemiz değilmiş! Adına festivaller düzenlesek de jakarandanın yerli ve millî olmamasına şaşırmadım. Zaten adını bile zor telaffuz edebiliyoruz. Ama dünyada ilk defa Portakal Çiçeği Şenliği düzenleyen bir ilin insanları için narenciyenin yerli ve millî olmadığını öğrenmek, tam bir hayal kırıklığı olmuştur sanırım.

Peki, ana vatanı Türkiye olan ağacımız, bitkimiz yok muydu? Merak edip soran kişiye, biraz düşündükten sonra birkaç isim saydı, Zerrin Hanım. Bunlar da meşe, çam türleri, menengiç, zakkum gibi sayıları iki elin parmaklarını geçmeyecek kadardı. Zakkumun yerli ve millî olmasını anlarım. Annelerimizin kızgın anına denk gelip de acıktığımızı söylediğimizde duyduğumuz, “Zıkkımın kökünü (pekini) ye!” deyiminin kaynağının da zakkum olduğunu biliyorduk zaten.

Adana’nın yollarını, parklarını süsleyen palmiyelerin, turunçların, akasyaların, gelin duvaklarının dışarıdan geldiğini öğrendikçe üzülmekle sevinmek arasında kalıyordu insan. Bu bitkilerin bugüne kadar dışarıdan geldiğini bilmediğimizden, gerçekleri duyunca önce üzüldük. Sonra daha geniş düşününce bu bitkilerin bölgemizin güzelliğine, çok renkliliğine katkıda bulunduğu sonucuna vardık. Bütün bunları zenginlik olarak görüp de sevinmek, daha mantıklıydı.

Nereye, hangi ağacı dikmek konusunda bir plansızlık sorunu yaşadığımızı da dile getirdi, Zerrin Hanım. Yaz aylarında orman yangınlarından kurtulmanın yolu, planlamadan geçiyordu. Akıllı bir planlamayla yangına elverişli çam ağaçları yerine, yangına direnen ağaç türleri tercih edilmesi önerildi ama ne yazık ki bu önerileri dinlemesi ve uygulaması gereken Orman Bakanlığından bir yetkili yoktu aramızda.

 Eskiden dağlarımız zeytinlikmiş de Batılılar bunları söktürmüş, yerine yangına müsait olan kızılçamları diktirmiş iddialarının da şehir efsanesi olduğunu söyledi, Zerrin Hanım. Kızılçam ve türlerinin sonradan dikilmediğini, ana vatanının Türkiye olduğunu anımsattı.

Misafirlik dediğin kısa sürelidir. Konferansın başlığı olan “Adana’nın Yeşil Misafirleri”ndeki “misafir” sözcüğünün yerine “dostları” demek istiyorum. Kökü toprakta olan bu dilsiz, yeşil misafirler, bunca yıldan sonra Anadolu’yu bizim gibi yurt olarak benimsemiş, misafir olmaktan çıkıp ev sahibi olmuşlar. Yani komşumuz, dostumuz olmuşlar. Ülkemize geçici olarak kabul ettiğimiz bazı misafirler gibi aşımıza, işimize ortak olmamışlar. Yıllardır ülkemizde barındırdığımız ve döneceklerinden şüphe duyduğumuz mültecilerin aksine, yeşil dostlarımız bize her türlü katkı sunmaya devam ediyorlar ve onlara değer verdikçe de bu katkıyı sürdürecekler.

Bize sormadan, bizi zoraki ensar yapan yöneticilerimiz, şimdi de sessiz istilaya dönüşen bu “misafirleri” nasıl göndeririz diye kara kara düşünüyorlar. Yeşil misafirler doğayı güzelleştirip insanlara huzur verirken, istilacı misafirler ise geleceği karartıp, öfkeleri kabartmaktan başka bir işe yaramıyorlar.

Zerrin Hanım’ın konuşması bitince programın yöneticisi Deniz Abik, kısa bir değerlendirmeden sonra sorusu olanlara mikrofon uzattı. Merak edilen sorular cevaplandı. Daha sonra her programda yapılan plaket verme bölümüne geçildi. Her iki tarafın da birbirlerine hoş iltifatları, izleyeciler tarafından beğenildi. Deniz Hanım’ın, plaketi takdim etmesi için dinleyiciler arasındaki Nazan Arabacı Balcı’yı sahneye davet etmesi de tam bir kadın dayanışması örneğiydi. Alkışlar eşliğinde bir konferans daha toplu fotoğraf çekimiyle sona erdi.