Her şey değişir ve dönüşür. İnsan da öyle… Uzun süre görmediğimiz bir kişiyle karşılaştığımızda bunu hemen fark eder ve dile getiririz.
“Ne kadar değişmişsin!” deriz. Kimi zaman olumlu kimi zaman da olumsuz anlamda kullanırız bu sözü. Bazen ”Serpilmiş, güzelleşmişsin.” derken, bazen de “Çok değişmişsin, eskiden ne kadar güzeldin, ne kadar neşeliydin.” der; değişimin, dönüşümün farkına vardığımızı karşı tarafa belirtmiş oluruz.
Kişi kendindeki dönüşümü fark edemez. Bu, bir anda olan bir şey değildir. Zaman bu değişimi yavaş yavaş, minik minik dokunuşlarla gerçekleştirir. Sanki başka işi yoktur zamanın. Tek işi, kendisi gibi görünmeyen ufacık fırçasıyla belli belirsiz dokunuşlarda bulunur insana, hayvana, mekâna, doğaya, kısacası her şeye. Sonra da dönüp seyreder insanı, hayvanı, doğayı, geçmişi, her şeyi. Yaptıklarını, değiştirdiklerini, dönüştürdüklerini beğenir mi beğenmez mi, bilinmez. Hiç renk vermeden işini yapmaya devam ettiğine göre anlaşılır ki bir robot gibi ruhsuz ve duygusuz olarak sadece işine odaklanmakta, yalnızca işini yapmaktadır.
Orhan Veli’nin, Dalgacı Mahmut şiirinde dediği gibi,
“İşim gücüm budur benim,
Gökyüzünü boyarım her sabah,
Hepiniz uykudayken.
Uyanır bakarsınız ki mavi.”
Zamanın da işi gücü budur işte: Her şeyi değiştirmek, dönüştürmek ve sonra da yok etmek. Bir de zamanın ruhu demiyorlar mı? Ruhu olanın canı olur, duygusu olur. Duygusu olan da bunu gizleyemez. Kimi zaman sevinir kimi zaman üzülür. Zamanın ne ruhu ne canı ne de duygusu vardır.
Onda vefa ve sabır da aramayın. O bildiğini okur. Hiçbir yere, hiçbir şeye takılmadan yoluna devam eder. Rötar verdiği ne görülmüş ne de duyulmuştur. Ta ki sizi yiyip bitirene, yok edene değin. İşte o an sizin için zaman durur ama o durmaz.
Ne dışavurumcu (ekspresyonizm) Franz Kafka’nın Dönüşüm romanında olduğu gibi bir sabah yatağınızda dev bir böcek olarak uyanırsınız ne de dolunayda vahşi bir kurt adama dönüşürsünüz. Ya da Yeşilçam filmlerinde yaşanan bir şok sonucu saçların beyazlaması, kekemeliğin düzelmesi, görmeyenin görmesi gibi bir anda olan şeyler değildir zamanın yaptığı.
Zaman denilen kavram; durmadan, dinlenmeden her gün, her an vurduğu küçük darbelerle bu değişimi ve dönüşümü gerçekleştirir. Tırnağımızın ve sakalımızın uzaması, çocuğumuzun büyümesi gibi... Her gün gözümüzün önünde gerçekleşen ama fark edemediğimiz gelişmeler gibi…
Ya da Ahmet Hamdi Tanpınar’ın dediği gibi,
“Ne içindeyim zamanın,
Ne de büsbütün dışında;
Yekpare, geniş bir anın
Parçalanmaz akışında.”
Zamanın ve değişimin içindeyiz ama farkında olana da aşk olsun! Uzun zaman gidilmeyen, görülmeyen yerler ve kişiler görüldüğünde ancak fark ediliyor zamanın varlığı ve etkisi.
Düşmanı uzaklarda ya da kitaplarda aramayın!.. Düşman yanı başımızda. Görelim bu gerçeği. Her gün bizimle birlikte ve hiç durmadan canımıza okuyor ama hiçbir şey yapamıyoruz. Soyut bir yok ediciyle karşı karşıyayız. Görünmeyen düşmanla her gün iç içe yaşıyoruz da ona karşı parmağımızı dahi kıpırdatamıyoruz.
Bu da insanın en büyük çaresizliğidir.